
Yarının ne getireceğini bilmeden veriyorum elimdeki tüm cümleleri. Al ve onları dünün eksik kalan öğelerine yerleştir ve beni sorarlarsa; yüklemini kaybetmiş yeni bir eylem bulmaya gitti… Gitti deme; o “bir eylem diye uyarmadım mı seni” diye uyarmamı istemiyorsan söyleme bir şey sadece dediğimi yap.
Kırmızı kalem ağacı kusuyorsa artık yapıştır dişlerine ve istikrarlı yaşanmış bir hayattan alınmış koca sıfırlar ısmarla onlara. Artık biriktiyse kabukların kaynat tüm acılarını, dök sokaklara herkes bilsin, zira ünlü olmak istersen.
En y(c)üce duygusudur acımak; insanoğlunun…
Beni de bölsek
çıkar mı yaş halkalarım?
Düşer mi maskem?
Islanır mı gözlerim
Göz torbalarımın patlamasıyla?
Öyle de sever misin beni?
Tüm söylediklerimi geri al, üzerine söylemediklerimi ekleyip yeşil bileziklerimi tak bileğime, sesimi duyup hüzünlensin torbacıklarıma eşlik etsin.
En son bilyelerimi kaybettiğimde bu kadar arabesk olmuştum. Çünkü onlar da bana aitti. Hiçbir şeyin olmamalıymış meğerse. Olmam desen de, olamam desen de söylediklerin ve söylemediklerin kanını siyahlaştırmaya başladılar bile.
Al demiştim karşına sıfır, uzun uzun bak. Hiçbir şey göremezsin kendinden başka kırmızı kalem ağacından tek farkın kusmaman, o kadar bile değilsin. Hüznünü at parmaklarının arasından hiç olmamış evlilik yüzüğün gibi.
Mutluluğu süt sağan birinin doğal kokusunda bulursun belki. Saçma değil mi? Canın yanıyor çünkü. Uçlar kalbine batıyor, siyahlaşan kanın, beyin damarlarını içten içe yakıyor, unutuyorsun!
şşşşshhh…
Susuyorum tacının içinde, cafcaflı kıyafetlerinle mutlu ol hep, nasıl mı yazdım , nasıl bir hikaye mi?
Olamaz ki.
Okumayı-yazmayı bilmezken…
Memduhaİmer
|